Olması Gerekenden Bir Tık Ötede
Çanlar Kimin İçin Çalıyor'u bitirdim nihayet. Ama hâlâ çanların kimin için çaldığını anlayamadım. Sanırım ölen herkes için çalıyor bir şekilde ve galiba konu tam olarak bu değil. Aklımda kalan ve hatta üzerine konuşulması gereken bir cümle var paylaşmak istediğim: ''que pute es la guerra.'' (savaş ne büyük oruspuluk.) Ama bunu konuşmayacağız. Çünkü şimdi bilgeliğimle eğlenmek için deliliğimi parlatacağım biraz. Yukarıdan bir yerden konuşacağım, sanki buraya ait değilmişim gibi. Beynimde dolanan cümleleri dökebilmem için bilgeliğim yardım etmiyor bana. Kelimeleri yani, dolandırmama. Gözlerimi kapatıp bir zamanlar bütün dünya deliymiş diyorum. Ruhun bedeninden daha önce ölecek, artık korkacağın bir şey kalmadı diyor bilgeliğim. Sahi hayatta mıyım hâlâ?
Bu tablo çok karamsar. Doğmadan önce gördük hepsini. Yaşamın tek amacı kabuk oluşturmaktır. İlk amacı belki de. Neyin? Yaşamın işte. Yaşamak hani, senin bildiğin gibi değil. Yani o şekliyle değil. Bırakmalısın belki de. Neyi diye sorma biliyorsun, tüm bu şekilleri. Yok/sayabilirsin, hiç olmamışlar gibi değil ama. Varlıklarını reddederek. Yaşamın, sevincin ve üzüntünün. Çünkü yaşamın tek bir amacı olmamalı hiçbir zaman. Ama bu kadar uzaklaşmış da olamaz. Ara ki bulasın. Al birini vur ötekine. Yok ki aslında. Hangisini hangisine? Rahatlamak için yaptığımız şeyler biz miyiz? Kendimizi kasmak çözüm değil. Bir bidon turşu. Çözüm bu da değil.
Mesela Zerdüşt'ün bile buyurduğu şeyler var. Herkes bir şeyler buyuruyor. Buyurun efendim, siz de şöyle buyurun falan mı denmiş bizlere. Ben duymadım. Bu buyruklar meydanlara savruluyor ama kimse kimsenin sesini duymuyor kendi sesinden. Kime bağırıyorsanız bunun karşılığı yok. Dönüp tekrar size geliyor. Taş plak.
Bu tablo daha iyi olabilirdi. Daha az/çok (bilmiyorum) karamsar olabilirdi. Henüz delirmediysen bilemezsin. Bilmek için kabukları kırmak gerek belki de ve delirmek aslında dolaylı yoldan.
Ulaşabildiğin ölçüden gerçekliğin başladığı yerin kabuklar olması kabul görür şey değil. Hem de senin oluşturduğun kabuk. Dalga geçer gibi. Amacını bilmediğin bir yaşam. Hangi yaşam? Bu işte. Bu mu yaşam? Tabloculuk yapma, bu işte yaşam. İlle de var olman gerekmez bunun yaşam olması için. Kabullenmekle mi başlarsın kabuk kırmakla mı bilmiyorum. Ben olsam, varlığıma inansam yani, kendi götümü kurtarmaya devam ederdim. Bisiklete biner, dergiye haftalık yazımı yetiştirmeye çalışırdım. Kitap okur, film izler ve bunları eleştirip tavsiye verirdim. Ne, hangi göt mü? Anladım galiba, Zerdüştçülük oynuyoruz. Bu da bir devam şekli olabilir pek tabii. Ama ne oynamadığımızın çok da bir önemi yok. Bir şeyler oluyor ve dönüyor sürekli. Tüm bu olanların bi temize çekilmesi lazım. Tanrı da kaderi böyle çizdiyse benim dosyama geldiğinde biraz ekleme çıkarma yapmış olmalı. Bu ona fazla gelir, durun şu yılları biraz renklendirelim, bir saniye ama biraz da yıkılması gerek. Kendine gelmeli, bu yıllarını alsa da ona biraz zaman vermeliyiz... Neyse ki hiç zannetmiyorum yukarıda böyle bir konuşma geçtiğini. Bu kadar düşünülseydik başkası tarafından yalnızlığa inanmazdık başta zaten. Ama kaçın, bu ayrı bir tablonun konusu ve öncekinden daha karamsar. 3 yıl sürmez verdiğim ara merak etmeyin. Çünkü devam edeceğim bu sefer, sonu neresi bilmeden. Bilsem söylerim.
Yorumlar
Yorum Gönder