Adını taşıyorum. Yavaş yavaş eriyen kemiklerinle beraber. Adını taşıyorum fakat gözlerindeki soluk yeşili ve anlaşılmaz maviyi almamışım senden. İnsanın son zamanlarında gözlerinin rengi giderek pas tutar mı? Senin yosun tutmuş pas yeşilinde ben kendi ihtiyarlığımı hissederdim. Ellerinle bana kendinden bir parça verdin. Tespih çeken pamuk ellerin toprakta şimdi. Bu sene buradan giden dördüncü kişi oldun. Üç tanesini aynı gün uğurladık toprağa. Ay batınca öldüler kışın en soğuk gününde. Senin gidiyorsun, dört gün önce, yine kış yine soğuk. Yağmurlu günlere yakışır mıydın? Ben bu ölümleri bir türlü çözemedim. Belki çok hassas oldum fakat duygularımı doğru konumlandıramadım. Düzgün üzülemedim mesela bunlar hep anlamlandıramamaktan. Senin gidişinle artık kabul ediyorum. Adını taşıyorum. Sabrını de taşımak isterdim. Tanıdığım en iyi insan ve en sabırlı kadındın. Kavga eden çocuklarını bahçedeki zeytin ağacının en ince dalıyla ayırırdın. Sen denizlerde boğuldun, kalbin hep yaralıydı....
kaç yıldır yaşamaya çalıştığını bilmeyen bir konserve gibi sıkıldım