Ana içeriğe atla

ne kadar gerekliyse o kadar yorucu

Devam Etmek, Tren ve Gibi 

 Kaçmak istiyorsun ama denizin ortasındayken bu imkansız. Bunun böyle olmasını istemiyorum. Herkesin kaçabileceği bir yeri olsun istiyorum. Geç kaldığın her şey hayatını değiştirsin istiyorum, tüm bunların hayatımı değiştirmesini istiyorum. Sonra daha çok korkuyorum, kaçamayacak olmamdan ve kaçmayacak olmandan. Ben canavar mıyım? Denizin ortasındayım ve bu düşünceye dalıp gidiyorum. Mavi-grimsi ölü bir aydınlıkta saatler boyu gitmek. Bir trenin yoluna devam etmesi gibi tanımlıyor bu dalış hâlini Mungan, belki de yaşamı. Bazen tüm yazarların canavar olduğunu düşünüyorum. Yeri çok yaşlı olanların ise dinozor olduğunu. Ben de ukala olduğumdan beni seveceklerini düşünüyorum hep. Sormak istediklerimi yönelttiğimi hayal ediyorum onlara karşı ama canavarcam yok maalesef. Yine de benim trenimin nereye gittiğini çok merak ediyorum hocam. Ya da canavarca konuşmayı ille de öğrenmem mi gerek? Ya da mesela canavarları bir trene koyup bir yerlere götürdükleri için mi ortada bu kadar çok eser var?  Sanırım yolumuz onlarla burada ayrılıyor. Çünkü ben beklediğim şeyin bir tren olduğunu düşünmüyorum. O trende uyuyakalan bir kadını beklediğimi düşündüğüm oluyor, dolayısıyla evet bir treni bekliyorum. Hatta belki de cidden ''o'' treni bekliyorum. Fakat o kadın herhangi bir kadın, ''o'' kadın değil. Haksız sayılmam, sonuçta tüm kadınlar uyur ve tüm trenler de yoluna devam edebilir. Mesela belki bu kitabı tekrar okumam gerek ve belki de o kadını tekrardan beklemeliyim. Ama bunu geriye doğru dönerek yapmak daha doğru gibi, yapacaksam eğer. Çünkü sevdiğim bir canavardan aldığım tavsiyeye göre hiç olmazsa bir ritüeli tersinden yazarak mutlu olabilirmişiz gibime geliyor. Bu sebepten trenlerin tek yönlü olmaması da hoşuma giden bir durum. Bu durum beni haksız, korkak, yavşak, düşüncesiz, bencil ya da canavar manavar yapmaz. Zaten oluru bu, kusura bakabileceğiniz bir kusur bile çoğu zaman yok. Bakınız canavarlar sorunlarından böyle kurtulur. 

Bir insanı canavarlaşmaya ne itebilir diye düşünüyorum. Düşünmek, insanın ortada hiçbir sebep yokken kendini zora sokması gibi bir şey. Canavarlaşmak da öyle. Kim kendini zora sokmaya bu kadar iteklenebilir ki? Neden ortada hiçbir sebep yok? Tamam var olana odaklanalım süper ama neden var olmadıklarına odaklanmak da bu kadar rahatsız etmemeli sanki. Oluru bu dediğimiz şeylerin hep bir yerlerinde bir uyuşmazlık var. Gözlemlediğim kadarıyla sevgisizlik ya da ona benzer tüm yoksunluk ekine sahip duygular tarafından itiliyor ve trenlere biniyoruz. Kendi canavar açımdan, çok sevildiğim zamanlarda bile, evet bunu diyebilirim, hiç sevilmedim. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Özür dilerim Gabriel ama benim yaşadığım şey, onun yaşadığı yüzyıllık yalnızlıktan daha yoğun bir yalnızlık olabilir. Canavarlar ya da ben, iki taraftan biri yalan söylüyor olabilir. Geç kaldığım tüm bu kitapları kesinlikle tekrardan okumam gerekebilir. Bu insanları tekrardan sevmem de gerekebilir aynı şekilde. Sadece şu sıralar çok fazla gereklilik var. Buralardan tekrardan kaçmalıyım cümlesi bile uzak kaçıyor sanki bana. Bu düşüncelerin düşmanca tavrı yüzünden canavar olmak istemiyorum. 

Ben de seninle birlikte değişmek istiyorum. Bu sadece rüyalarda ya da trenlerde olmamalı. Her yeniden tanıştığımızda elimi tutmalısın ve benden uzak durmalısın. İnsanlığın evriminde parçası olduğun her bir adımı attığında hiçbir canavarın doğru söylemediğini anlamalısın. Aynı anda bunların hepsini yapabilir misin bilmiyorum. Sadece bu sürecin kötü olduğunu biliyorum. Sana göre değil. Canavarlara göre hiç değil. Bana göre asla değil. Çünkü olması gereken sürece bana göre çok odaklıyız oysa süreç dediğimiz şu anda var olan ve gerçekleşen değil midir? Oluru bu. Tek başıma bir insanlık bunalımını çözümleyemem elbette. Bu yüzden bu bunalımı bavula sıkıştırıp istasyona bıraktığım oluyor. Tren garları da hep çok soğuk oluyor. 

Tüm bu harfleri kelime formatında yazdıktan sonra defterin kapağını kapatıp elimle düzledim. Bu kadar üşüyor olmak canımı sıkmıştı. Onun yanına gitmek için beklediğim trenin kıytırık bir durağında bu kadar üşümek doğru değil gibi geldi. Bu yazdıklarım onu sevmeme yeterli değilmiş gibi geldi. Gibi gelen şeylerde hep gibi kelimesi fazla oluyor. Bu kelime de kesin canavarlar yüzünden yaygınlık kazanmıştır. Neyse tamam bu canavar yani yazar nefretimi aşacağım. Yalan söylüyorum aşmayacağım. Ve varacağım durakta beni bekleyen kişinin aslında beklediği şeyin ben mi yoksa tren mi olup olmadığını asla bilmeyeceğim. O da bana bu konuda yalan söyleyecek ve iyi hissetmemi isteyecek. Döngü bu galiba. Kıytırık bi inanma çabası için tutunduğumuz şeye bakın. Yalan olduğunu bildiğimiz şeylere ne kadar acizce tutunduğumuzu uzaktan şöyle bir seyredin. Trenden indiğinizde seyretmeyi bırakın. Karşınızdakine yalan söylemesi için fırsat verip ne kadar ileri gidebileceğini görün ve sonra trene geri binin. Her durakta başka bir insan bekliyor. Devam etmek o kadar da zor değil. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben ait olmayanım. Hiçbir zaman kendini ait hissetmeyen, bağlanamayan, olduğunu kabullenemeyen ya da kendini tanıyamadığı için tanışamayan o saçma manyağım. Bu bir giriş cümlesi mahiyetinde olmadı ama mazur görün. Ne zaman bir giriş yapmaya kalksam gerilirim. İlk olan şeyler beni hep geriyor. Okulun ilk günleri, ilk defa bir işe başlamak, yeni biriyle tanışmak ve başladığım kitabın ilk sayfaları falan. Ama gariptir kitap alırken genelde ilk cümlesini ve son cümlesini okuyup alırım. Bu da yayınlanmak için yazılmış ilk yazım. Belki de yayınlamam, bildiğiniz üzere gerginim. Yazıp yazıp sildiğimi görünce içimde bir takım vazgeçişler beliriyor. Ama çok doğaçlama daldım buraya öyle de devam ederim fazla kasmamak lazım geliyor bana. İnsanlar genelde birileri okusun diye yahut okumasını istedikleri okusun diye yazar. Bir de kimse okumasın diye yazanlar var. Bir ara hepimiz öyleydik. Bu blog kendimi anlamak için yazıldı, yazılıyor. Ne hakkında yazacağımı bilmiyorum. Elbette ki kendimle ilgili ...

kendimle münakaşa ediyoruz

 Olması Gerekenden Bir Tık Ötede Çanlar Kimin İçin Çalıyor'u bitirdim nihayet. Ama hâlâ çanların kimin için çaldığını anlayamadım. Sanırım ölen herkes için çalıyor bir şekilde ve galiba konu tam olarak bu değil. Aklımda kalan ve hatta üzerine konuşulması gereken bir cümle var paylaşmak istediğim: '' que pute es la guerra. '' (savaş ne büyük oruspuluk.) Ama bunu konuşmayacağız. Çünkü şimdi bilgeliğimle eğlenmek için deliliğimi parlatacağım biraz. Yukarıdan bir yerden konuşacağım, sanki buraya ait değilmişim gibi. Beynimde dolanan cümleleri dökebilmem için bilgeliğim yardım etmiyor bana. Kelimeleri yani, dolandırmama. Gözlerimi kapatıp bir zamanlar bütün dünya deliymiş diyorum. Ruhun bedeninden daha önce ölecek, artık korkacağın bir şey kalmadı diyor bilgeliğim. Sahi hayatta mıyım hâlâ? Bu tablo çok karamsar. Doğmadan önce gördük hepsini. Yaşamın tek amacı kabuk oluşturmaktır. İlk amacı belki de. Neyin? Yaşamın işte. Yaşamak hani, senin bildiğin gibi değil. Yani o şek...