Bir karakter hayal ettim bugün. Şöyle konuştu: ''Bütün dünyayı sevmeye hazırdım, değerlendiren çıkmadı. Biri beni görsün istedim. Biri benden uzak dursun. Biri de güven versin mesela. Bu fark etmiyor, her iki anlamda da. Kim olduğu fark etmeksizin kimse beni fark etmiyor gibi. Bir film yapsaydım o filmde herkes başrol herkes figüran olurdu, ben dışarıda kalırdım. Beni görmüyor çünkü fark etmedi ve farklı olduğumun farkına varmadı henüz.'' Ona kimden bahsettiğini sormadım, onu çoktan tanıdığımı hissettim. İçime işleyen bir duygusu vardı. Sanki sanatı çok içselleştirmiş bir sanatçı gibi. Sesi, kendisi, olabilmesi. Var olabilmesi yani. Bıkmadan-yorulmadan buna devam etmesi. Kendi olmaya yani. Bana gör beni diye bağırıyor. Beni neden görmüyorsun. Görmediği birine gör beni demesi belki sadece ezikçe. Tanrı mı konuşuyor? Tüm bunların hepsi benim için değil. Tüm bunların hepsi senin için değil. Oysa dünya benden ibaret.
Neyi aradığını sordum ona. Durduramadığı sonsuz bir döngünün sonunu aramakla meşgul olduğunu söyledi. Sonu olmadığını bilmesi görmediği birine gör beni demek gibi. Her şeyin sonu varsa eğer bu şey her şey olmadığından sonu yok. Aslında onu anlıyordum ama anlatamıyorum. Onda aktaramadığım birtakım şeyler var. Varlığını kanıtlayamadığım şeyler. Tanrı olsa böyle der miydi acaba. Burada olsa yani. Nerede olduğunu bilmiyorum. Varlığı hissedilmeyenin anlaşılır mı yokluğu? Bu huyu Tanrı ile çok benziyor. Biliyorum çok ayıp neler diyorum böyle ama haksız da sayılmam. Size yokmuşsunuz gibi davrananlara siz de yoklarmış gibi davranın. Yok olmak istiyorum. Yok olanlar bizden bir şeyler götürebilir belki. Yok ettiklerimiz ise hiçbir şey götürmez. Aksine çok şey kazandırırlar. Bugün bir karakter hayal etmedim sadece, bunu da düşündüm. Neler kazandığımı. Sonra konuyu ona açtım hemen. Hayır Tanrı'ya değil. dışarıda kalan film yapımcısına. Karşılıklı oturup kazandıklarımızı düşündük beraber. Birbirimizi bu diyagramdan ayrı tuttuk. Birbirimizin tablosunda yer almak istemedik, birbirimize zaman verdik. Toksik samimiyetlerimizden kurtulduk, enerjimiz değişti. Tuhaf bir şekilde ikimiz de aynı düşünceleri paylaşıyorduk ve bunu hak ettiğimizi düşündük. Birbirimizi anlamlandırmayı başardığımızı da hissettik bu sırada. Sonra el sıkıştık ve gittik. O hâlâ bütün dünyayı sevmeye hazır. Bense hâlâ bütün dünya yokmuş gibi davranıyorum. Dünya benden uzak dursun. Neden beni görmüyorsun? Sakın peşimden gelme. Umut etmek yasaklanmalı. Bugün beni görme, yarın gör. Bir dünya ki hepimize sirk. Hepimiz çoktan delirdik.
Bunları düşünürken uykuya dalmışım. Sabah telefonumdaki mesaj şöyleydi: ''Rüyamda denize daldım. Bir sürü kabuklu canlı ve deniz analarının arasından geçtim. Bir eşik gibiydi sonra ormandaydım. Biri çok sevdiğim birini okla vurdu. O çok sevdiğim biri gerçek biri gibi değildi. Sen miydin o?'' Hayır değildim. Artık her tuhaflığın içinde yer alamam. Kendi tuhaflığım tüm bu tuhaflıkların malzemesi olamaz. Bunların hepsi kaydettiğim ve sonradan kullanacağım malzemeler olmamalı. Yine de bu sabahın en tuhaf malzemesi sanırım rüyamda elimde bir ok ve yay olmasıydı.
Yorumlar
Yorum Gönder