Ana içeriğe atla

belirsizlik normaldir

 onu hiçbir şeye zorlayamam. mecbur bırakamam hatta olmamalı zaten hiçbir şeye mecbur. eksikliğini çektiği şeyler olur ya küçük çocukların. küçük çocuklarken fark etmeyiz ama normali oymuş gibi gelir. sürekli zorlanırız bir şeylere birileri tarafından. fark etmek çok acımasız bi durum ayrıca. yeri ve zamanı asla belli olmayan. (böyle bir tanıdığım var.) sonrasında normal olan ile tanışırız ve o da fıs çıkar. ama kendimizi mecbur hissederiz. bir de zorlanırız üstüne, sıkışıp kalırız bu normallikte. senaryolar yazmaya başlarız normalin kocaman bir yalan olduğuna dair. bu yüzden zorlayamam seni. yaşananlar mı normal yoksa yaşanmayanlar mı asla bilinemez bu, o senaryolarda. sen burada o küçük çocuğun eksiğisin. bir yerlerdesin. hapis yattın hatta yazdığın senaryo yüzünden işkence de gördün bir miktar. gergedanları düşündün iran denen yerde. düşünce suçlusu atfedildin bu dönemin.

sen burada o küçük çocuğun doğduğu küçük şehirdeki tek caddesin. başka yer bilmiyor yürümesi, gitmesi gereken. yürümeyi öğrendiği hatta buna mecbur olduğu, mecburiyetlerle dolu bir cadde. gidecek başka yerim yok. her yolu her sokağısın o çocuğun. eksikliğini çektiği ve mecbur olduğu o cadde. bu belki normalidir, tabii şehir çevre planlaması falan da var işin içinde. peyzaj mesela çok önemli. çiçekler bibirinden farklı olmalı, aynı tonda çiçekler şehri boğar. bunlar da senaryoya dahil işte.

birbirinden çok başka apayrı insanlar var bir de bu senaryoda. aynı rüyayı görmüşler bazen ama söylememişler birbirlerine. kalpleri aynı anda atıvermiş çoğu zaman. hissetmişler çoğunu da derinden hani. çünkü hepsi aynı anne karnını paylaşmış önceden. bakma öyle sen yazdın ve kurguladın bunları. sonra sıkılmışlar olsa gerek bu biyolojik olaylardan. insan daha yavruyken sıkılmaya başlar. farklı bir yol çizmeye yeltenmişler daha sonra. çok güzel başarmışlar bunu. öyle ki birbirlerini yok sayacak kadar ayrışmışlar. önceden aynı caddeyi yürüyorlarken şimdi sadece aynı caddede araba sürer olmuşlar. mecbur. ışıkta beklerken aynı anda sinirlenmişler. aynı yayalara yol vermişler. mecburiyetten. aslında baktığınız zaman, çok profesyonel kabullenmişler bu ayrışmayı. zamanla olmuş tabii ki. zaman da olmasaydı boku yerdik. senaryomuz olgunlaşmazdı en basitinden, değerlenmezdi. senin bi rolün yok bu senaryoda. öylesine gönderdim bunu sana oku diye. nasıl olmuş olmamış cidden önemi yok. ayrıştık çünkü, kan gruplarımız bile farklı. annen seni sevmiş çünkü. sonra atmış içinden. ben de atılmışım tabii bazı içlerden. sen içi doldurulmuş bir hayvan hücresisin. ben içi oyulmuş boşaltılmış bir tümör gibiyim. ne ışın ne de kemo. faydasızlık ilminin bir getirisi, umut verdikçe artan yaşama sevinci eğrisi.

bu senaryoda hiç utanmayanlara rol verdik beraber. senin haberin yoktu aslında ama seçmeleri sen yaptın. sarhoştun hatırlamıyorsundur. o kadar utanmadılar ki gözlerinin içine baka baka sergilediler o performansları. okul koridorlarında, bar tuvaletlerinde, başka ülkelerin mecburiyetlerinde. gidip gördün sen hatta. yerinde ve zamanında. fark ettin. herhangi bir balkonda bir öğleden sonra gözlerime bakıp fark ettin sen bunu. ben bisiklet sürüyordum. çalındı sonra o bisiklet. eksik bıraktı bizi o bisiklet giderek. ama yenisini almamıza gerek kalmadı biliyor musun. belediyenin kiralanabilen bisikletleri var. selesi de var hatta onların içine çiçek koyabiliyoruz. birbirinden farklı tonda ve şehri boğmayan çiçekleri ama. sonra sen bir daha fark ettin seleye senaryoyu da koyacak kadar yer olduğunu. daha okumadan anladın. daha izlemeden sonunu bildin, olayı çözdün, cinayeti aydınlattın. sen güzel fark ediyorsun. ama bırak ben de işimi yapayım. olay mahalinden ayrılman gerek. düşüncelerin benim olay mahalim, ayrıl ordan. bu sefer işkence görmene izin veremem dediğim yerdeydin tam. bağırdım sana. suçlusu atfedildin bu dönemin. kendini savunurken çok korkusuzdun. aydınlattığını sandığın cinayeti gördüm ben. yaşayanlarından biriyim bu olayın.
yaşayanları mı normal yaşamayanları mı hâlâ belirsiz. 



















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ben ait olmayanım. Hiçbir zaman kendini ait hissetmeyen, bağlanamayan, olduğunu kabullenemeyen ya da kendini tanıyamadığı için tanışamayan o saçma manyağım. Bu bir giriş cümlesi mahiyetinde olmadı ama mazur görün. Ne zaman bir giriş yapmaya kalksam gerilirim. İlk olan şeyler beni hep geriyor. Okulun ilk günleri, ilk defa bir işe başlamak, yeni biriyle tanışmak ve başladığım kitabın ilk sayfaları falan. Ama gariptir kitap alırken genelde ilk cümlesini ve son cümlesini okuyup alırım. Bu da yayınlanmak için yazılmış ilk yazım. Belki de yayınlamam, bildiğiniz üzere gerginim. Yazıp yazıp sildiğimi görünce içimde bir takım vazgeçişler beliriyor. Ama çok doğaçlama daldım buraya öyle de devam ederim fazla kasmamak lazım geliyor bana. İnsanlar genelde birileri okusun diye yahut okumasını istedikleri okusun diye yazar. Bir de kimse okumasın diye yazanlar var. Bir ara hepimiz öyleydik. Bu blog kendimi anlamak için yazıldı, yazılıyor. Ne hakkında yazacağımı bilmiyorum. Elbette ki kendimle ilgili ...

kendimle münakaşa ediyoruz

 Olması Gerekenden Bir Tık Ötede Çanlar Kimin İçin Çalıyor'u bitirdim nihayet. Ama hâlâ çanların kimin için çaldığını anlayamadım. Sanırım ölen herkes için çalıyor bir şekilde ve galiba konu tam olarak bu değil. Aklımda kalan ve hatta üzerine konuşulması gereken bir cümle var paylaşmak istediğim: '' que pute es la guerra. '' (savaş ne büyük oruspuluk.) Ama bunu konuşmayacağız. Çünkü şimdi bilgeliğimle eğlenmek için deliliğimi parlatacağım biraz. Yukarıdan bir yerden konuşacağım, sanki buraya ait değilmişim gibi. Beynimde dolanan cümleleri dökebilmem için bilgeliğim yardım etmiyor bana. Kelimeleri yani, dolandırmama. Gözlerimi kapatıp bir zamanlar bütün dünya deliymiş diyorum. Ruhun bedeninden daha önce ölecek, artık korkacağın bir şey kalmadı diyor bilgeliğim. Sahi hayatta mıyım hâlâ? Bu tablo çok karamsar. Doğmadan önce gördük hepsini. Yaşamın tek amacı kabuk oluşturmaktır. İlk amacı belki de. Neyin? Yaşamın işte. Yaşamak hani, senin bildiğin gibi değil. Yani o şek...