İçindeki o kocaman boşluk var ya hani, içi boşaltılmış bir kanser hücresi boşluğu. Ondan bende de oluştu dün gece. Aklını tam manasıyla yitirmiş birisi benden daha rahat uykular çekiyordur, çekmiştir yani dün gece. Senaryoda bazı eksiklikler olsa da bu gece neyi kurgulayacağım belli. Yok bu sefer normaller, mecburiyetler, caddeler, hücreler, cinayetlerden falan bahsetmeyeceğim. Bazı ilklerden mevzu açmak istiyorum. Çiçeklerden de konuşabiliriz. Ya da dün geceden.
Kendimizi tanıtırken
birine sıfırdan en fazla ne kadar detay verilebilirse öyleydi. Gözlerinde
şeffaflık ve güven vardı karşılıklı kahvemizi höpürdetirken. Nasıl
hissettiğimin bir tarifi var mıdır sanmam fakat hava çok soğukken içinizin bu
soğuğu hiç hissetmediği illaki olmuştur. Bir de yeşil bir his vardı hafif
kıvrımlı. Sonra yazdıklarımı okudum o hisse doğru:
''Genelde gerçek duyguları niteleyecek kavram bulup da
anlamlandıramam. Bir yere oturmaz bende, tabirlerimin mantıksızlığı bundandır. Zaten
bence tarifi olmayan hisleri duygularla anlamlandırabilmek artık yetenek
varsayılmalı yeni dünya düzeninde. Hatta bu duygulara renk atfedebilmek, onları
öyle nitelendirebilmek.''
Sonra durup ekledim. Yetenekli olduğumu iddia etmiyorum
yanlış anlama, sadece anlamlandıramamak durumunda yalnız olmamak istedim. Mutlaka
olmalı benim bu düşündüklerimi daha önce düşünmüş birileri. Bunlar sadece renk
değiller, dedim. Biraz daha okumamı istedi.
''Tabiri olmayan bir rüyanın yine birtakım portallardan
geçtiği, gerçek ile kurguladığın gerçek arasına sıkıştığı o yerdesin. Elinde ok
ve yay tutuyorsun hâlâ. Sen bu bahsi aşamadın. Bahsettiğim gerçeklikte
yalnızsın aslında ama öyle hissettirmeyen kurgular var. Öyle hissettirmeyen
yeşiller, elâlar. Bunlar sadece renk değiller, hislerle karışık. Kemanın da bir
rengi mesela yahut kahvenin, bu kahve renklerin de bir hissi var olmalı. Eğer
bu dünyada biraz daha kalırsan sen de anlayacaksın. Uyanmayı denediğin o sabahları,
içinde olup biteni anlatamadığın o günleri. Yangın anında kurtarılamayacak o
mavi kazağı anlayacaksın. Her yangında bin bir renkten tek duman çıktığını
göreceksin. Yan binadaki kızın keman çalışını duyacaksın. Duyduğunu biliyorum
aslında, duymuyorsan da canım yanmaz önemli değil. Bildiğimi hissetmek bana iyi
geliyor sadece, bu hissin de bir rengi olmadığını bilmek de. Çok korkmuştun gece
vakti uyanıp bana yazdığında. Bu korkunun da bir rengi yoktu. Bu rengi bilmemek de beni korkuttu. Gece boyu seni
sakinleştiremedim, yalnız olmadığını anlattım. Bir türlü anlamadın. Dinlerken uyuyakaldın
sonra. Ertesi gün yanına geldiğimde biraz daha uyuyakaldın, yine anlamadan. Bu
hissin rengi ise henüz bu dünyada tanımlanmadı. Ama güzeldi bir akşamüzeri vakti
koynumda uyanışın. Eve dönünce boynuma sarılışın.''
Güvendiğim tek şey sensin dedi çok sessiz bir sesle. Evet
dedim şarkıda öyle diyordu. Kapının kilidine gitti aklım tabii hemen. Onda
çağrıştırdığım anlamı seviyordum. Çoğu zaman aynı dili konuşmasak da sanki yazdıklarımın
onun evine girip bir şeylerin yerini değiştirdiğini hissediyordum. Bunu
isteyerek yapmasam da hayır, bu kazağı buraya koymamıştım falan dediği
oluyordur o kazak başka yerden çıkınca. Evinin anahtarı da aklımda çok görkemli
bir şekilde kurgulandı bu arada. Açılan başka hiçbir kapı yok o anahtarla. Zaten
sadece kendi kilidini açması gerekiyor. Aklına başka kilit gelicekse eli hep
ona gider, gitmeli. Başka türlüsü olmaz. Başını önüne eğdi, ben de okumaya
devam ettim.
''Yine de aşman lazım artık bunları. Her seferinde gelip
seni uyutamam. Yalnız olmadığını sana inandıramadığım zamanlarda belki de
yalnızsındır. Eğer bu mevzuda biraz daha takılı kalırsan kendine yazık
edeceksin. Gerçekliğinde yalnız olduğun tek evren bu değil çünkü. Boşuna kendini
uyandırmaya çalışma, sen sıkıştın.''
Çok acımasızsın dedi gülerek. Güzel gülüyor. Bu cümleleri
okurlardan esirgememem gerektiğini söyledim. Tamam canım bir şey demiyorum
dedi. Bu gece gerçekten güzel gülüyor. Sesinin tonunda bir yumuşaklık var,
elleri hâlâ soğuk. Soğuğun rengini bilmiyorum ama genel olarak yumuşak bir his
işte. Anladınız siz. Bazen onu çok sıkıyormuşum gibi geliyor. Bazen beni çok
sert eleştirdiği oluyor. Bazen kalkıp gidesim geliyor. Bazen karşıdan karşıya
geçerken güvende olduğumdan emin olmak istiyor. Bazen de istemiyor, üç adım önümden
yürüyor. Bazen eve geldiğimde onu yazdıklarımı okurken buluyorum koltukta. Gözleri
kısık hatta biraz da yargılayıcı, müzeyyen gibi. Fakat bu tutkunun derinliğinin
de bir rengi yok, üzgünüm.
Çiçeklerden konu açıldığında da lavantaları neden bu kadar
çok sevdiğini anlamıyorum, onlar çiçek bile sayılmaz bence dedi. Cidden neden
bu kadar sevdiğimi bilmiyordum ama seviyordum işte sonuç olarak. Onları sevmek
için sebep aradım sonra biraz bulamadım, sevmemin sebeplerini aradık biraz onu
da bulamadık. Galiba bazen sebebi olmuyor. Güzel geliyor ve tamam diyorsun. Kötü
hissettiriyor ve hayır diyorsun. Lavantaların ezik olduğunu düşünmedim hiç
mesela, hep sevdim. Ben tarafından sevildiler sonuç olarak. Kendisi de farkında
bu ben tarafından sevilme durumunun.
Acımasız olan ben değilim bu yüzden. Karışık bir mevzu bu. Ben
sıkıştım, sen sıkıştın, biz sıkıştık, o sıkıştı. Rengi aynı kalmadı, soldu sıkışınca. Normalde aynı kalırdık, bu sefer geride kaldı rujların tadı.
Yorumlar
Yorum Gönder