Ana içeriğe atla

Kayıtlar

gülpembe

  Adını taşıyorum. Yavaş yavaş eriyen kemiklerinle beraber. Adını taşıyorum fakat gözlerindeki soluk yeşili ve anlaşılmaz maviyi almamışım senden. İnsanın son zamanlarında gözlerinin rengi giderek pas tutar mı? Senin yosun tutmuş pas yeşilinde ben kendi ihtiyarlığımı hissederdim. Ellerinle bana kendinden bir parça verdin. Tespih çeken pamuk ellerin toprakta şimdi. Bu sene buradan giden dördüncü kişi oldun. Üç tanesini aynı gün uğurladık toprağa. Ay batınca öldüler kışın en soğuk gününde. Senin gidiyorsun, dört gün önce, yine kış yine soğuk. Yağmurlu günlere yakışır mıydın? Ben bu ölümleri bir türlü çözemedim. Belki çok hassas oldum fakat duygularımı doğru konumlandıramadım. Düzgün üzülemedim mesela bunlar hep anlamlandıramamaktan. Senin gidişinle artık kabul ediyorum. Adını taşıyorum. Sabrını de taşımak isterdim. Tanıdığım en iyi insan ve en sabırlı kadındın. Kavga eden çocuklarını bahçedeki zeytin ağacının en ince dalıyla ayırırdın. Sen denizlerde boğuldun, kalbin hep yaralıydı....
En son yayınlar

amcamın ceketini çaldım

  bugün öyle otururken kendimle bir mevzu konuşmaya başladık ve hüngür hüngür ağladım yine. ailemdeki tüm kadınların acılarını üzerimde hissediyorum dedim. itiraf ettim bilge'ye bunu. bu acı beni bir terapi seasından çıkmışımcasına kendime sarılırken, sarsılarak ve hıçkırarak ağlattı. buna ihtiyaç duyduğumu bilmiyordum. bir yerde içimden çıkması gerekiyordu sanırım bu sümüklü hissin. gitmesi temizlenmesi gereken bi his. ne diye taşıyoruz içimizde bunu bu kadar zaman bilinmez, bok olsa hepsi keşke. sindirebilsek ve atsak bünyemizden hemen süper olurdu. acısı yıllar sürdü tüm o kadınların. nasıl hemen atılır ki. dursun istiyorum, dursunlar istiyorum. kadınları rahat bıraksınlar istiyorum. biz de onları rahat bırakmayalım istiyorum. sonra vazgeçiyorum. kimler ki bunlar, ben sen o biz ve onlar. hiçbir insan evladı yaşamamalı bunları. kadın erkek yaşlı çocuk okul müdürü tuhafiyeci uçak mühendisi hafız mimar amir öğretmen avukat imam öğrenci anestezi uzmanı terzi koltuk döşemeci terapi...

bu partinin renklerinde yalnızsın

İçindeki o kocaman boşluk var ya hani, içi boşaltılmış bir kanser hücresi boşluğu. Ondan bende de oluştu dün gece. Aklını tam manasıyla yitirmiş birisi benden daha rahat uykular çekiyordur, çekmiştir yani dün gece. Senaryoda bazı eksiklikler olsa da bu gece neyi kurgulayacağım belli. Yok bu sefer normaller, mecburiyetler, caddeler, hücreler, cinayetlerden falan bahsetmeyeceğim. Bazı ilklerden mevzu açmak istiyorum. Çiçeklerden de konuşabiliriz. Ya da dün geceden.   Kendimizi tanıtırken birine sıfırdan en fazla ne kadar detay verilebilirse öyleydi. Gözlerinde şeffaflık ve güven vardı karşılıklı kahvemizi höpürdetirken. Nasıl hissettiğimin bir tarifi var mıdır sanmam fakat hava çok soğukken içinizin bu soğuğu hiç hissetmediği illaki olmuştur. Bir de yeşil bir his vardı hafif kıvrımlı. Sonra yazdıklarımı okudum o hisse doğru: ''Genelde gerçek duyguları niteleyecek kavram bulup da anlamlandıramam. Bir yere oturmaz bende, tabirlerimin mantıksızlığı bundandır. Zaten bence tarifi ...

belirsizlik normaldir

  onu hiçbir şeye zorlayamam. mecbur bırakamam hatta olmamalı zaten hiçbir şeye mecbur. eksikliğini çektiği şeyler olur ya küçük çocukların. küçük çocuklarken fark etmeyiz ama normali oymuş gibi gelir. sürekli zorlanırız bir şeylere birileri tarafından. fark etmek çok acımasız bi durum ayrıca. yeri ve zamanı asla belli olmayan. (böyle bir tanıdığım var.) sonrasında normal olan ile tanışırız ve o da fıs çıkar. ama kendimizi mecbur hissederiz. bir de zorlanırız üstüne, sıkışıp kalırız bu normallikte. senaryolar yazmaya başlarız normalin kocaman bir yalan olduğuna dair. bu yüzden zorlayamam seni. yaşananlar mı normal yoksa yaşanmayanlar mı asla bilinemez bu, o senaryolarda. sen burada o küçük çocuğun eksiğisin. bir yerlerdesin. hapis yattın hatta yazdığın senaryo yüzünden işkence de gördün bir miktar. gergedanları düşündün iran denen yerde. düşünce suçlusu atfedildin bu dönemin. sen burada o küçük çocuğun doğduğu küçük şehirdeki tek caddesin. başka yer bilmiyor yürümesi, gitmesi gere...

gönül ister hissedelim derinden

  Aslında minik bir yalan söyledim, her durakta başka bir insan beklemiyor. Elimde ok ve yay tuttuğum rüyadan uyandığımda kafam pek toplu değildi. Kendimi farklı hissediyordum, sanki yanlışlıkla başka bir boyutun kapısını aralayıp oradan kafamı uzattım. Sanki diğer farklı versiyonlarım tarafından yargılandım. Yukarılardan bir yerden bir düşünce tohumu serpildi kafama: kaderinde hakim olmak varsa olursun, katil olmak varsa da aynı şekilde. Bir türlü inanmayı başaramadığım şu kader ilk defa o kadar yargılayıcı gelmedi.   İçimdekileri, kafamdakileri, elimdekileri bilen yazılı bir metin. Kalemin kimin elinde olduğunu bilmediğimiz bir düzen. Sadece biri bizim için not tutuyor, sadece biri bizim için kartları karıyor, dağıtıyor, yeniden dağıtıyor ve skorları yazıyor. Bu düzende bu kart oyunlarını kiminle oynadığım konusunda çok düşünemiyor, kestiremiyorum. Çünkü benden bağımsız gelişen benliğimi aşan bir şey. Ama sonrasına buldum, oyun arkadaşımı. O benim kadere inanma sebebim. ...

ne kadar gerekliyse o kadar yorucu

Devam Etmek, Tren ve Gibi   Kaçmak istiyorsun ama denizin ortasındayken bu imkansız. Bunun böyle olmasını istemiyorum. Herkesin kaçabileceği bir yeri olsun istiyorum. Geç kaldığın her şey hayatını değiştirsin istiyorum, tüm bunların hayatımı değiştirmesini istiyorum. Sonra daha çok korkuyorum, kaçamayacak olmamdan ve kaçmayacak olmandan. Ben canavar mıyım? Denizin ortasındayım ve bu düşünceye dalıp gidiyorum. Mavi-grimsi ölü bir aydınlıkta saatler boyu gitmek. Bir trenin yoluna devam etmesi gibi tanımlıyor bu dalış hâlini Mungan, belki de yaşamı. Bazen tüm yazarların canavar olduğunu düşünüyorum. Yeri çok yaşlı olanların ise dinozor olduğunu. Ben de ukala olduğumdan beni seveceklerini düşünüyorum hep. Sormak istediklerimi yönelttiğimi hayal ediyorum onlara karşı ama canavarcam yok maalesef. Yine de benim trenimin nereye gittiğini çok merak ediyorum hocam. Ya da canavarca konuşmayı ille de öğrenmem mi gerek? Ya da mesela canavarları bir trene koyup bir yerlere götürdükleri için...

sanırım bu devam edecek

 Bir karakter hayal ettim bugün. Şöyle konuştu: ''Bütün dünyayı sevmeye hazırdım, değerlendiren çıkmadı. Biri beni görsün istedim. Biri benden uzak dursun. Biri de güven versin mesela. Bu fark etmiyor, her iki anlamda da. Kim olduğu fark etmeksizin kimse beni fark etmiyor gibi. Bir film yapsaydım o filmde herkes başrol herkes figüran olurdu, ben dışarıda kalırdım. Beni görmüyor çünkü fark etmedi ve farklı olduğumun farkına varmadı henüz.'' Ona kimden bahsettiğini sormadım, onu çoktan tanıdığımı hissettim. İçime işleyen bir duygusu vardı. Sanki sanatı çok içselleştirmiş bir sanatçı gibi. Sesi, kendisi, olabilmesi. Var olabilmesi yani. Bıkmadan-yorulmadan buna devam etmesi. Kendi olmaya yani. Bana gör beni diye bağırıyor. Beni neden görmüyorsun. Görmediği birine gör beni demesi belki sadece ezikçe. Tanrı mı konuşuyor? Tüm bunların hepsi benim için değil. Tüm bunların hepsi senin için değil. Oysa dünya benden ibaret. Neyi aradığını sordum ona. Durduramadığı sonsuz bir döng...